Elimde
bir bardak sıcak çayla camdan bakan arap kızı olurum bir süre. sonra
dayanamaz, karın matlığına ve şehrin grisine inat kayıp düşmemek için
penguen gibi yürüyen insanlara bakar gülerim hakikatten karda zordur
yürümek. Yağan karın dikey düşüşünü izlemeye alışmıştır ya bünye, gri ve
bulanık bir gökyüzünden üstüme üstüme kar taneleri geldiğinde
melankolik bir atmosfer oluşur çevremde. her şeyi susturur, sessizliğe
doğru yağan karın sesini dinlerim. Yani yar tanelerinin hayatlarında
çıkardıkları ilk ve son sesi: hafiften bir çıtırdama, yanan odun misali
ama daha hafif. Birbirine kartopu atan astronot kılıklı, kapşonlu
çocuklar olur bazen. beyaz fon üzerinde bağıran kırmızı, lacivert
kostümlü minik ses bombaları... bi susuverseler de kar çıtırtısı
dinlesek. aslında severim ben çocukları. Bir süresonra pencerede kar
tanelerinin minik cesetleri kalır üzerimde, erimiş, yassı lekecikler.
Gençliğimin ağır ızdıraplarını derdest etmiş o iki şarkıdan biri gelir
aklıma Nilüfer’den kar taneleri.
Ellerim üşür. Ayrılmadan önce kollarımı geriye doğru uzatıp, bir kar meleği yapar, kollarımı bir daha kavuşturmadan göğsümde pencereden ayrılırım.
Kar, yeryüzünün makyaj malzemesidir. pek kaliteli olmayan işporta pudrasıdır. ilk sürüldüğünde gelin gibi yapar ama çabucak çıkıverir yüzünden. Akar, dağılır meskun mahallerin makyajı iki üç günde. Yüzüne sürdüğü allıkların, fondötenlerin kırışıklıklarının arasına kaçıp biriktiği, 80 yaşında bi teyzeye benzer, kar meleklerinin üzerleri de lastik bot izleriyle dolar, çizgi çizgi. Örtüsünün çıkarmamıştır uzaklarda yeşil yöreler, O’nı tanıdığım su başları ve diğer şarkı yüreğimin derdest nöbetini devralır: “Benim meskenim: dağlardır, dağlar…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder